Evlilik Birliğinin Sarsılması Nedeniyle Boşanma
EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI
Türk Medeni Kanunu 166/1. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
AÇIKLAMALAR
Evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle açılan boşanma davasında 4/5/1988 tarih ve 3444 sayılı Kanun ile yapılan düzenleme ile birlikte davacının kusursuz olması ya da daha az kusurlu olması şartı ortadan kalkmıştır. “Eşlerden her ikisi de kusurlu olabileceği gibi, her ikisi de kusursuz olabilir. Önemli olan açılan boşanma davasında ağır kusurlu olmamaktır.”
Taraflardan birinin kusurun diğerine üstün tutmanın mümkün olmadığı durumlarda ise taraflar eşit kusurlu sayılarak boşanmaya karar verilecektir. Bu nedenle açılacak davada evlilik birliğini temelinden sarsan olayların sabit olması ve bu olayların iddia eden tarafça kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde açılan davanın reddi gerekmektedir.
“Yıkanmaktan kaçınma, kadının rızası dışında meydana gelen ırzına geçilme, eşler arasında cinsel uyum ve doyumun sağlanamaması, ev işlerini yapmama, ağız ve vücut kokusu” Yargıtay içtihatları ile hüküm altına alınan evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma sebeplerine örnek gösterilebilir. Buna karşılık “çocuklarının olmaması, bağımsız konut sağlamama, kadının çalışmak istemesi” evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma nedenlerinden sayılmamaktadır.
Kanun 166. maddenin 2. fıkrasında “Açılan Davaya İtiraz ve Hakkın Kötüye Kullanılması” hususunu düzenlemiştir. Buna göre:
“Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.”
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 02.12.1991 tarihli, 1991/12450 Esas ve 1991/14351 Karar sayılı ilamı bu hususa örnek teşkil eder. Şöyle ki:
“Aynı evde oturmakla birlikte çok uzun süre birbirleri ile bağlantı kurmayan ve konuşmayan eşlerden birinin açtığı boşanma davasına diğer eşin karşı çıkması hakkın kötüyü kullanılması niteliğindedir.”
Evlilik birliğinin sarsılması
Madde 166- Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede
temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya
itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik
birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa
boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını
kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi
için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve
boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi
uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada
gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya
hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve
bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak
hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi
üzerine boşanmaya karar verilir.
2.HD. 12.09.2018 T. E: 2016/21389, K: 9106
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz isteğinin reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 143.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi. 12.09.2018(Çrş.)
KARŞI OY YAZISI:
Fiili ayrılık tek başına boşanma nedeni sayılmasa da fiili ayrılık döneminde davalı erkeğin birlik görevleri askıya alınmış değildir. Davalı erkeğin en azından ortak çocuklara karşı birlik görevlerini yerine getirmesi gerekir.
Somut olayda da; davalı erkeğin fiili ayrılık süresince davacı eşini ve çocuklarını arayıp sormadığı, onlara maddi-manevi destek sağlamadığı aksi kanıtlanamayan tanık anlatımlarıyla sabittir. Bu durumda taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Davacı kadın dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık yasal olarak mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde yetersiz gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değild
Eşlerin yükümlülükleri Türk Medeni Kanunu’nda açıkça düzenlenmiştir. Kanundaki bu yükümlülükler genel olarak; “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar(TMK m.185). Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar( TMK m.186). Ana, baba ve çocuk, ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermek ve aile onurunu gözetmekle yükümlüdürler (TMK m.322). Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır(TMK m.327)” şeklinde düzenlenmiştir.
Yine Türk Medeni Kanunu’nda evlilik birliğinin sarsılması başlığı altında; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir(TMK m.166/1-2)” şeklinde genel boşanma sebebi yer almaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nda fiili ayrılık adı altında özel/ayrı bir boşanma sebebi ise düzenlenmemiştir. Ancak olayın özelliğine göre, çok uzun süreli fiili ayrılıkların, genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1-2) hukuki sebebiyle açılmış davalarda değerlendirilmesi gerekir. Buna engel olacak yasal bir düzenleme yoktur. Çünkü fiili ayrılık sırasında da eşlerin birbirlerine karşı yukarıda yazılı tüm yükümlülükleri devam etmektedir (TMK m. 185,186,322,327).
Uygulamada, eşlerin birbirlerine yönelik hakaret içeren basit bir kaç sözünün evlilik birliğini temelinden sarstığı (TMK m.166/1-2) kabul edilip, eşlerin boşanmalarına karar verilirken, ortalama insan ömrüne göre çok uzun süre fiilen ayrı yaşayan eşlerin evllik birliğinin temelinden sarsılmadığını kabul etmek ve boşanma davalarının reddine karar vermek, yasanın amacına uygun olamaz. Yıllarca ayrı yaşayan eşleri, kanun zoruyla bir araya getirmek de mümkün değildir.
Kuşkusuz, evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle(TMK m.166/1-2) açılan boşanma davalarında eşlerin kusurlu olup olmadıklarını belirlemek zorunludur. Fiili ayrılıklarda, ayrılığa kimin sebep olduğu veya birlikte yaşamaktan kimin kaçındığı, kimin birlik görevlerini yerine getirmediğinin veya eşlerin evlilik birliğini sarsacak başka bir davranışının kanıtlanması hallerinde, kusur belirlemesi açısından sorunun çözümü kolaydır. Böyle durumlarda doğal olarak, iddia ve savunmada ileri sürülen kanıtlanmış vakıalara göre kusur belirlemesi yapılacak ve TMK’nun 166/1-2. maddesine göre koşullar oluşuyorsa, dava boşanmayla sonuçlandırılabilecektir.
Peki, çok uzun süreli fiili ayrılığa karşın, fiili ayrılığa kimin sebep olduğu, kimin ortak yaşamakdan kaçındığı, birlik görevlerinin yerine getirilip getirilmediğinin veya kusur sayılacak herhangi bir davranışın kanıtlanamaması hallerinde sorun nasıl çözülecektir? İşte bu gibi durumlarda, eşlerin eşit kusurlu olduklarının kabul edilmesi gerekir. Çünkü eşler, ortada usulen kanıtlanmış haklı hiç bir sebep bulunmadığı halde, fiilen ayrı yaşamakta ve birlikte yaşamaktan kaçınmaktadır. Eşlerin bu davranışı en azından, Türk Medeni Kanunu’nda emredici olarak düzenlenen, eşler birlikte yaşamak zorundadırlar (TMK m.185/3) şeklindeki yaşam biçimine aykırıdır. Her iki eş de bu amir hükme aykırı davranmaktadır. Dolayısıyla evlilik birliği temelinde sarsılmış (TMK m.166/1) ve eşler bu sonuca eşit kusurları ile sebep olmuşlardır. Bu yüzden, taraflardan birinin evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1) hukuki sebebiyle açtığı boşanma davasında, şayet çok uzun süreli fiili ayrılık kanıtlanıyorsa boşanmaya karar verilmelidir.
Bu arada, TMK’nun 166/son maddesinde belirlenen üç yıllık fiili ayrılık süre şartı da göz ardı edilmeyerek, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının kabulü için, en az üç yıl ve daha uzun süreli ayrılıkları, “çok uzun süreli fiili ayrılık” olarak kabul etmek gerekir.
Eldeki davada yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davacı kadının evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle (TMK m.166/1) boşanma davası açtığı, davalının cevap dilekçesi sunmadığı, duruşmalara katılmadığı, mahkemece, fiili ayrılığın tek başına boşanma sebebi olamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, toplanan delilere göre tarafların altı yıldır fiilen ayrı yaşadıkları, davacı kadının ortak çocuklarla birlikte babasının evinde kaldığı, tartışmasızdır. Ortalama insan ömrü için altı yıl çok uzun süredir. Taraflar, Türk Medeni Kanunu’nda emredici olarak düzenlenen, eşler birlikte yaşamak zorundadırlar (TMK m.185/3) şeklindeki yaşam biçimine, altı yıl gibi çok uzun süre aykırı şekilde yaşamışlar ve halen bu aykırılık devam etmektedir. Bu sebeple davanın reddi doğru olmamıştır.
Diğer yandan, aksi kanıtlanmayan tanık anlatımlarına göre, davalı erkeğin fiili ayrılık süresince, eşini ve çocuklarını arayıp sormadığı, onlara maddi ve manevi olarak yardımda bulunmadığı, davacının ve ortak çocukların tüm ihtiyaçlarının davacı kadının ailesi tarafından karşılandığı belirlenmiştir. Bu durumda, davalı erkeğin en azından, ortak çocuklara karşı birlik görevlerini yerine getirmediği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında da davanın reddi doğru olmamıştır.
Yukarıda yapılan tüm bu açıklamalara göre, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık yasal olarak mümkün görülmemesine göre
, boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru değildir.